19,0674$% 0.04
20,5554€% 0.13
23,4964£% 0.2
1.210,57%-0,10
2.003,00%-0,69
532867฿%1.01237
Yayın: 31.10.2017 15:59 - Güncelleme: 31.10.2017 15:59
Süper Lig‘de 10 hafta geride kaldı. Bol yabancılı, çok polemikli tam 10 hafta…
Futbolun egemen kulüpleri ve yöneticiler, sahadakiler kadar ter dökerek (!) birbirlerini suçlama yöntemi ile yarışta öne geçme çabası içinde.
Bu açıdan bir sürpriz yok.
Aslında, eski yıllara oranla büyük bir fark var bu ligde…
Yabancı sayısı had safhada, dünyanın eskimiş futbol yıldızları sahada, ligin değeri beklenmedik pahada, Türk pasaportlu futbolcular sırada.
Bu yılın diğerlerinden en önemli farkı bunları toplamı, yani endüstriyel futbol olmasında.
Milyon avrolar, dolarlar havada uçuşmakta, kulüpler borçlanmakta ama futbol yönetimi de Mehter yürüyüşü ile iki ileri bir geri yerinde saymakta.
Bunca borca, harcamaya karşın, idari ve hukuksal açıdan Şükraniyespor ile Galatasaray aynı yasaya tabi!..
Bir de Futbol AŞ. gibi bir garabet var. Kulüp ve genel kurul yerinde ama, şirket yönetimi seçiliyor üyeler içinden… Futboldan onlar sorumlu oluyor. Bu kulübün futbol takımı alt liglerde yer alıyorsa, bir isim değişikliği hop şirket başka bir yere konuyor. Kulüp bir başka şehirde, şirket başka bir diyarda…
Neyse bu sıkıcı muhabbeti keselim ve lige ve özellikle de Bursaspor’a teknik açıdan bir göz atalım.
Başlangıçta lige fırtına gibi giren bir Galatasaray vardı, fırtına, bir başka fırtına Trabzonspor tarafından dindirildi.
Beşiktaş, Avrupa’da bulduğu gibi değil de, ligde umduğu gibi olmadığı yerde.
Başakşehir makine düzeni içinde kaldığı yerden devam ediyor. Fenerbahçe bir iki adım geride. Bu değerlendirme sonuç değil, oynanan oyun yönünden yapıldı.
Bence ligde konuşulması gereken iki teknik adam var. Biri İgor Tudor, diğeri de Paul Le Guen.
İkisi de reformist, arayış içinde ve doğru bildiğinden şaşmayan isimler.
Tudor asıl şampiyonluğu, geçen yılın futbolcu eksenli düzenine son vererek yaşadı.
Paul Le Guen’e gelince…
Sıfırdan bir takım yaratarak, lige şöyle bir giriş yaptı. Eldeki malzemeyi gözledi, kadrodaki otuza yakın oyuncuya şöyle bir baktı ve “bu düzen değişmeli” diyerek, üçlü savunma, beşli orta alan ve ikili hücumcuyla, gösterişsiz futbol oynatarak gösterişli galibiyetlere imza attı.
Kolay değildi bu düzene geçiş.
Zaten hal oturduğu söylenemez. Neyse ki, diğer ekipler yerinde sayıyor ve ezberci teknik adamlarla günü gününe uymayan futbolla sonuca gitmeye çalışıyor.
Birazda, dört gollü, tribün-bayram-skor karışımı Antalya şölenine bir bakalım.
Üçlü savunma düzenli yeni sistemde, ilk kez takımdaki yerini alan Badu, varlığını hissettirdi… Kembo ekstra işlere imza attı. Batalla, hücum alanında daha fazla görünürken, oynatmadan çok, oynamayı yeğledi.
Yine de bu olumlu değişimler görkemli bir zafer için yeterli değildi.
Kırılma anı değil de anları vardı bu maçın… Harun‘un hiç de dikkati çekmeyen gol kurtarışı, köşe vuruşunda Agu‘nun sürpriz çıkışı, Aziz‘in, mucize gol kurtarışlarını bırakarak, bu kez 25 metreden gol vuruşu yapması, kırılma anlarıydı. Üç ve dördüncü gollerin yapılışını da “özgüven patlaması” diye nitelemek istiyorum.
Onuncu hafta geride kalırken, 20 gol yapan ve 16 puan toplayan bir takımdan söz ediyoruz. İki puanlı sisteme göre, 11 puanlı bir ekip. Yani başarı oranı 5,5’tan altı. Ama umut veren bir 6’lık oyun.
Sonuç; kariyerli, kararlı ve riskten çekinmeyen bir teknik adam, ona inanmış “namuslu profesyoneller” ve olumlu gelişmeleri dikkatle izleyen, değerlendiren, sonra da destek olan harika bir taraftar grubu karşısındayız.
Lig sonunda, derece ne olursa olsun, takım gibi bir takımı izlemiş olacağız kanısındayım.
Bekleyelim ve görelim.
NOT DEFTERİ: Bir garip başkanlık hikayesi/ Sandıkla gelen neyle gider?