DOLAR

19,0701$% 0.22

EURO

20,5187% -0.59

STERLİN

23,3309£% -0.53

GRAM ALTIN

1.225,93%0,50

ÇEYREK ALTIN

2.030,00%0,29

BİTCOİN

535911฿%1.66776

İkindi Vakti a 16:40
Bursa AZ BULUTLU 13°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Necati Kartal

Necati Kartal

10 Mart 2023 Cuma

Seçim 2023 ve parmak boyası…

Seçim 2023 ve parmak boyası…
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Seçimlerde hile yapılmasını, mükerrer oy kullanılmasını ve başka kişi yerine gidip oy kullanılmasını engellemek için, Türkiye’de ilk kez 2004 yılında yerel seçimlerde kullanıma başlanan ‘parmak boyası‘ İYİ Parti’nin ‘Bu seçimde parmak boyası kullanılsın‘  talebi üzerine dün YSK, ‘Bu iş için yasa gerekir‘ diyerek, reddetti.

PARMAK BOYASI NEDİR?

Parmak boyası denen mürekkebin içinde gümüş nitratın denen bir kimyasal var. Bu sıvılar, sürüldüğü yere nüfuz etme özelliği olan mürekkepler “silinmez mürekkep” olarak biliniyor. Ayrıca demir, sülfat gibi kimyasallar içeriyor. Bu mürekkep Türkiye’den başka Filipinler, Etiyopya, Uganda gibi demokrasinin pek gelişmediği, seçimlere hile karıştırma ihtimalinin olduğu ülkelerde, seçmenlerin parmaklarına sürülüyor.

Türkiye’de en son 2009 yerel seçiminde kullanılan parmak boyası, 42 milyon 533 bin 41 kayıtlı seçmen için, 180 bin şişe mürekkep sipariş edilmişti. 20 santilitrelik bir şişe mürekkep ortalama 236 kişinin parmağını boyayabiliyordu.

NE ZAMAN KALKTI?

Hani hem Türkiye’nin, hem de AKP’nin kırılmasını sağlayan ve zamanla 17-25 dosyalarına, ardından 15 Temmuz darbe girişimine kadar götüren gelişmelerin başlangıcı sayılan 2010 referandumu var ya, işte bu referandumda kaldırıldı parmak boyası.

O tarihte, İktidar ortağı gibi davranan Fetullah Gülen, parmak boyasının kaldırıldığı bu referandum için, “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da” demişti.

Acaba, ölüler kalkıp oy kullanmış mıydı?

Devamını Oku

8 Mart masa başında üretilmedi!

8 Mart masa başında üretilmedi!
5

BEĞENDİM

ABONE OL

Bazı günler vardır, ülke
ekonomisini canlandırmak için beş yıldızlı otellerin Workshop odalarında üretilmiş, bir de buna kamuoyundaki etkisini arttırmak için hikayeleri üretilmiştir.
Ama,
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bunlar gibi masa başında üretilmiş günlerden değildir.

8 Mart, sosyal bir nedeni, tarihi, kimliği ve haklılığı olan gerçek bir sorundur.

8 Mart, kadınların hak arama ve erkelerle eşit olabilme mücadelesinin simgeleştiği tarihidir.

Dünyada kabul görme nedeni de, bir direnişin gerçekleşme gününü ifade etmesinden kaynaklanır.

8 Mart 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan 40.000 kadının, düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla greve başlaması ve bu grevin kırılması için polis yaptığı baskın sonucu 129 kadın işçinin yanarak can verdiği bir tarihtir 8 Mart.

Yine Amerikalı kadın işçiler bu tarihten tam 51 yıl sonra 8 Martta Manhattan’da erkeklerle eşit ücret, çalışma saatinin 8 saate indirilmesi ve kreş hakkı için greve gittikleri tarihtir 8 Mart.

1910 yılında Alman siyasetçi Clara Zetkin 8 Mart’ı direnişte yanan kadınlar anısına Kopenhang kongresinde Dünya Kadınlar Günü olarak kabul ettirmiş, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kadın hakları bilinci dünyada hızla yaygınlaşmasıyla, Birleşmiş Milletler 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul etmiş, 1975 yılını kadın on yılı olarak adlandırmıştır.

8 Mart’ı sosyolojik ve tarihsel nedenleri açısından incelediğimizde, görülen tablo daha vahimdir. Şöyle ki;

İnsanlık tarihi maalesef ırkı, dini, milliyeti, mezhebi ve cinsiyeti gibi kendi tercihine bile kalmayan nedenlerden dolayı katliamlar tarihidir aynı zamanda.

İnsanın bu tarihi boyunca iki büyük ve vazgeçilmez hasleti olan Özgülük ve Eşitlik talebini hep yaşamış ve hala devam ettirmektedir.

Ne var ki, insanın bir yarısını oluşturan kadınlar erkeklere göre bu haklara tarihin her döneminde daha az sahip olmuşlardır.

Sosyoekonomik ve sosyokültürel düzeyi ne olursa olsun, Kadınların Eşitlik ve Özgürlük talepleri diğer cinse göre kat ve kat daha fazladır.

İnsanlığın yarısını oluşturan kadınların, insanlık tarihi boyunca yaşadığı ezilmeye karşı pozitif ayrımcılık gerektiren yasa ve uygulamaların çıkarılması gerekir.

Tüm işyerlerinde işin niteliğine bağlı olarak yüzde 30’dan, yüzde 50’ye kadar özel kadın kotaları getirmek gerekmektedir.

Siyasal alanda ise, parlamento dahil tüm kurumlarda yüzde 50 kadın kotası gereklidir.

Kadınlara karşı işlenen suçlara verilen cezalar en az yüzde 50 oranında arttırılmalıdır.

İşyerleri ve sosyal alanlarda kadınlara yönelik tacizlere verilen cezalar en az üç katına çıkarılmalıdır.

Sosyal güvenlik kurumlarına ödenen primler ve vergilerde kadınlara özel ve indirimli uygulamalar getirilmelidir.

Kadınlara yönelik hakların geliştirilmesi konusunda yapılacak tüm iyileştirilmelere siyasal taraf olarak bakılmamalı, tüm siyasi eğilimler ortak davranış göstermelidir.

Son söz olarak;

İnsanlığın eşitlik ve özgürlük talebi ancak, kadınların eşitlik ve özgürlük elde etmesiyle gerçek anlamını kazanacaktır.

Ne var ki; kadınlar kozmetik ve moda sektörünün beş yıldızlı otel odalarında kendileri için hazırladığı tuzaklardan, kendilerince bir din uydurup kadınların haklarını günah olarak fetva veren hocalardan, fuhuş sektörünün yaldızlı reklamlarından habersizse, tüm kimlik arayışını erkekler üzerinden yapmayı uygun buluyorsa ve kendi hakları konusunda çalışmayı, direnmeyi seçmiyorsa, daha çok uzun yıllar aynı şeyleri tekrar edeceğiz demektir.

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU VE KADIN HAKLARI KONUSUNDA MÜCADELE DOLU OLSUN.

Devamını Oku

Deprem öldürmez, bina öldürür, ölenler de hep fakirler  olur!

Deprem öldürmez, bina öldürür, ölenler de hep fakirler  olur!
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Deprem Bilimci Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan;

 “Bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa deprem o kadar öldürücü olur. Yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır. Depremde zenginler ölmez, fakirler ölür. Hiçbir ünlünün zenginin enkazdan çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız…”

***

Evet işin özeti budur.

Deprem için söylenmiş, “deprem öldürmez, çürük bina öldürür “den sonra, ikinci en önemli tespittir bu.

Yani, deprem gerçeğini sosyolojik olarak özetlersek;  

Deprem,  yoksulluk demektir.

Deprem, cahillik demektir.

Deprem, soygunculuk demektir.

Deprem, gerekli denetimi yapmamak demektir.

Deprem; eksiği, noksanı, yanlışı görmemek,  para almak için imar vermektir.

O nedenle,

Deprem öldürmez, bina öldürür, ölenler de hep fakirler olur.

Biz de bu gerçekle yüzleşmemek için, işi kadere yıkar geçeriz.

***

Kısa oldu ama lazım geleni anlattığı kanaatindeyim

Devamını Oku

Kılıçdaroğlu aday olmalı(mı)!

Kılıçdaroğlu aday olmalı(mı)!
6

BEĞENDİM

ABONE OL

İki önemli tartışma siyaset gündemini hırpaladıkça hırpalıyor.

Bunlardan biri; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, üçüncü kez aday olup olmayacağı;

İkincisi; Kılıçdaroğlu 6’lı masanın adayı mı?

ERDOĞAN ADAY OLABİLİR Mİ?

Bu konuda atıf yapılan madde Anayasanın 101. Maddesi. Bu madde bir kişinin en fazla iki kez aday olacağına ilişkin bir hüküm getiriyor.

Bu anlamda, Erdoğan’ın tekrar aday olabilmesi için, mevcut durumda şimdiki ikinci kez olan cumhurbaşkanlığını tamamlamamış olması gerekiyor.

Bu da kendisi dışında anayasal yetkisi olan bir kurumun, -ki bu kurum anayasa gereği TBMM’dir- hem parlamento, hem de cumhurbaşkanlığını süresi dolmadan yenilemesi konusunda alacağı bir erken seçim kararına bağlanıyor.

Seçimleri yenileme ve erken seçime götürme yetkisi Cumhurbaşkanında da olmasına karşılık, böyle bir durumda, kendisi fesh ettiği için, mevcut dönemini tamamlamış kabul edilmektedir.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin uygulamasına geçilen anayasa değişikliğinde, anayasa 101. Maddeye, bu anayasal değişimden sonra bir kişi iki kez seçilebilir diye bir madde konmadığı için;

Dolayısıyla, anayasa 101. Madde gereği, TBMM’nin seçimleri yenilemesi dışında, tekrar aday olabilmesinin koşulu yok gözükmektedir.

Tabii bu konuda, YSK karar vermede tek yetkilidir. O da, aynı TÜİK gibi, gerçeğe, yasaya, piyasaya göre değil, duruma göre de karar verebilir.

İtiraz mercii de olmadığı için, vereceği karar defakto olarak uygulanabilir.

KILIÇDAROĞLU ADAY MI?

Gelelim ikinci, 6’lı masanın cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu,olur mu olamaz  mı konusuna.

Millet İttifakında, SP Temel Karamollaoğlu ve DP Gültekin Uysal, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında kazanabileck aday olduğunu ve desteklediklerini açıklamasına karşın, merkez sağın en büyük partisi konumuna oturmak isteyen, İyi Parti kadrolarında, Kılıçdaroğlu konusunda “toplum teveccühünün pek olmadığı, bunun nedeninin dürüstlük, beceri, devlet adamlığı, kararlılık gibi öğelerin değil, Alevi kökenli olmasının, bu nedenle Sunni kesimlerden oy alamayacağı ve seçilemeyeceği” görüşü egemen.

Hatta bunu iki önemli başkan yardımcısı açıkça ifade etmiş, sonrasında ikisi de görevlerinden istifa etmişti.

KILIÇDAROĞLU NE YAPTI?

Bense gelişmelere ve sürece bakarak Kılıçdaroğlu’nun Cumhur ittifakına karşı en ciddi rakip olduğunu değerlendiriyorum.

Şöyle ki; Kılıçdaroğlu;

  1. Yılgın CHP’yi Türkiye’de seçimi kazanacağına dair ikna etti.
  2. Cumhur İttifakı’na karşı tüm toplum kesimlerini içine alan Millet ittifakı’nı  oluşturup, ona liderlik etti.
  3. 2019 seçimlerinde ciddi başarı sağladı.
  4. Tüm toplumsal kesimleri kucaklayıp, ortak aklı harekete geçirip, farklılıkları uyum içerisinde yönetebildiğini gösterdi.
  5. Hükümetin bütün yolsuzluklarının ve hukuk dışı kurumlarının karşısına cesaretle gitti.
  6. CHP gibi bir partiyi Helalleşme konusunda ikna etti. Keza muhafazakar kesimde CHP’ye karşı önyargıları kırma konusunda büyük mücadele verdi ve önemli ölçüde başarılı oldu.
  7. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş ve yapılamamış en büyük eylem olan, “Adalet Yürüyüşü”nü yaparak, “hak, hukuk, adalet” kavramlarının ne derece hayati olduğunu gündeme getirdi.
  8. Mafyaya, paramiliter kurumlara ve siyasi cinayetlere karşı en güçlü tavrı gösterdi.
  9. Gerek ülkenin parlamenter sisteme geçmesi ve kuvvetler ayrılığının hayata geçirilmesi, gerekse uygulanacak ekonomik modeller konusunda çok önemli vizyonlar sundu.
  10.  Bu güne kadar ne kendisi, ne de çevresi hiçbir gayrimeşru olaya, yolsuzluğa, rüşvet ve şahsi çıkar olayında ismi geçemedi.

Tüm bu nedenlerle, muhalefet partileri içinde cumhurbaşkanlığı konusunda en uygun aday olarak görmekteyim.

Hemen hemen tüm kesimler bu söylediklerimi doğruluyor, ama, merkez sağ kökenli  siyasetçilerden gelen en önemli itiraz “kökeni Alevi” olduğu konusu.

MERKEZ SAĞIN SEÇMENİYLE İLŞKİSİ

Bu konuyu savunanlar, aslında seçimlerde etnisite ve meshebi kökenlerin çok büyük etkiye sahip olduğunu varsayıyorlar.

Oysa, siyasetçinin, dünyayı doğru takip eden ve toplumu ,ülkeyi değiştirebilen bir özelliği olmalıdır.

Dünyaya baktığımızda;

Bu konuda koca bir iç savaş yaşamış ve halen çeşitli zamanlarda küçük küçük yaşanan siyahi-beyaz çatışması olan ABD’de bir siyahi Barak Obama devlet başkanı seçildi. Keza kendilerini asırlar boyunca üstün ırk, üstün insan varsayan İngiltere de Hint kökenli Rishi Sunak başbakan olarak atandı.

Dünya nerede, biz neredeyiz?..

Ben şimdiye kadar Kılıçdaroğlu’nun Alevi kesimle inanç ve ibadet ilişkisine de rastlamadım. Olabilir de, ne ayıp, ne günah, ama ben rastlamadım.

Eğer Kılıçdaroğlu, bütün yönleriyle çok uygun bir aday olup, sadece kökeni Alevi olduğu için seçilemiyorsa, bu durum ülkenin ayıbıdır.

Ve merkez sağın seçmeniyle ilişkisini etnisite ve mezhebi bakış açısından yurttaşlık ve demokrasi bakış açısına doğru yöneltmesi gerekliliği önemlidir. Bu konuda Kılıçdaroğlu’nun dönüşüm noktasındaki direnci de örnek alınmalıdır.

Devamını Oku

Tehlikeli Gelişme; Siyasetin ve Medyaların Yankı Odaları

Tehlikeli Gelişme; Siyasetin ve Medyaların Yankı Odaları
4

BEĞENDİM

ABONE OL

Özellikle Facebok’ta sıkça rastladığım bir cümle var, “beyenmiyorsan, çık git kardeşim… Bundan böyle falanca partiden olan benim arkadaşlığımdan çıksın.” vs gibi.

Ya da twitterda çokça, “engellendin” gönderileri.

Bu gönderilerin ve engellemelerin büyük bölümü, sürekli bir taciz ya da ahlaki nedenlerle değil, farklı görüş ve eleştiriye tahammülsüzlük ve muhalif görüşlerden temizlenmiş, temiz(!) bir sosyal medya sayfasına sahip olma.

Bu gelişme, önceleri televizyonlarda yaşandı. Bir zamanlar tartışma programlarına “karşıt ve alternatif görüşlerin temsilcileri” çağırılırdı.

Zamanla, tüm yorumcuların aynı görüşü değişik modellerle sunan insanların olduğu, bir şekle dönüştü.

Bu aynılaşma, zamanla ‘yankı odası’ denen modeli üretti.

Bu model de, toplumsal parçalanmanın, siyasal düşmanlığı körükleyen tehlikeli bir yere doğru sürüklendi.

YANKI ODASI NEDİR?

Yankı odası denen yer; aynı görüşteki insanların tartışmalı kuramları, peşin hükümlü görüşleri ve seçici haberlerinin paylaştığı bir ağ niteliği taşıyan iletişim gruplarıdır.  

Vikipedi’de, “yankı odası” şöyle açıklanmış:

“ Yankı Odası; bilgi, fikir veya inançların,  iletişim ve tekrarla güçlendirildiği bir durumun metaforik bir tanımlamasıdır.  Bir medya yankı odası içinde, kaynaklar genellikle tartışmasızdır ve karşıt görüşler sansürlenir veya yetersiz temsil edilir.”

YANKI ODALARI NASIL DOĞDU

Bu kavramı ilk kez, Tütün şirketi Philip Morris’te lobici olan John Scruggs, 1998’de kullanmıştı.

Scruggs, yankı odalarını iki mekanizma üzerinden kurgulamıştı:

Birincisi; aynı mesajın farklı kaynaklar tarafından tekrar edilmesi

İkincisi; birbirini tamamlayan farklı mesajların tek bir kaynaktan yayınlanmasıdır.

Siyaset ve medyanın önde gelen iki eleştirmenlerinden Kathleen Hall Jamieson ve Joseph N. Cappella 2008 yılında kavramı yerli yerine oturarak, “yankı odası (echo chamber) “ olarak isimlendirildi.

Onlara göre; Yankı odası: “hem mesajların kendi içinde iletilirken büyütüldüğü hem de mesajların çürütülmeden korunduğu yalıtılmış bir medya ortamının yaratılması” olarak tanımlandı.

Reklam ve Pazarlama uzmanlarından Süleyman Okan ise,Yankı odası etkisini şöyle anlatmaktadır: “Kapalı grupların sadece kendi aralarında konuştuklarını genel norm sanarak daha fazla konuşması, konuşulduğunu duydukça kendi dediklerine daha da güvenmesi ve daha çok konuşması ve  sonuçta, sadece kendi konuşmalardan oluşan, gerçekten uzak bir portrenin gerçek sanılmasıdır.”

YANKI ODASINDA KENDİ SESİMİZİ DUYUYORUZ

Bugün, bir yanıyla medyanın özellikle iktidar(lar) eliyle tekleşmesi, diğer yandan sosyal medyalarda ve kapalı WhatsApp guruplarında, kişilerin sadece kendi eğilimlerine uygun insanlarla olan iletişimi, toplumun neredeyse, yüzde 80’ini yankı odalarına hapsetmiştir.

Öyle ki, yaptığımız bir gönderi, aslında duygularımızı, görüşlerimizi, eğilimlerimizi, zevklerimizi haykırdığımız sesimizdir. Bu ses, alıcı dediğimiz takipte olan kişilere ulaşmakta, onlardan da içeriği benzer bir gönderi ile onun sesini aldığımızı varsaymaktayız.

Oysa aldığımız ses, kendi sesimizin tekrar bize dönen bir yankısından başka bir şey değildir.

BUGÜN GELİNEN DURUM

Bazen bizlere oldukça komik gelen ve bazılarını da öfkelendiren sokak röportajlarını izliyoruz.

Örneğin, hükümetin yapmış olduğu bir uygulama ya da zammın, muhalefet parti başkanları tarafından yapıldığını ve bu nedenle beddua edildiğini çokça dinleyeniniz olmuştur.

Ve durum aslında çok vahim hale gelmiştir.

Gelmiştir çünkü, bunun alt zeminini oluşturan şey, toplumu kutuplara ayırmaya müsait olan ve askeri disiplinin sivil uzantısı gibi duran, uygulanacak politikaları, tartışılarak ortak akılla değil, merkezden belirleyen, rakip partileri, düşman kabul eden, karşı taraf ile uzlaşma kültürü olmayan, ‘eleştiri’yi yıpratma, ‘özeleştiri’yi acizlik kabul eden siyasi partilerimiz hatta siyasi kültürümüzdür.

Buna şimdi yankı odaları şekline dönmüş bulunan medyalar ve sosyal medyalar eklenmiştir.   

FARKLI SES İSTEMİYORUZ AMA PARÇALANIYORUZ

Artık farklı sesin yarattığı itiraza, ne televizyonlarda, ne de facebookta, twitterda, watsappta bile razı değiliz. Muhaliflerden ve farklı görüşlerden temizlenmiş televizyonlar, yorum programları ve yorum haberler istiyoruz.

Artık, kendi facebook, twitter, watsapp sayfamızda, kendimiz gibi düşünen, kendimiz gibi konuşan, kendimiz gibi tepkiler veren insanlarla yürüttüğümüz, bu sahte iletişimin mutluluğunu yaşamak istiyoruz.

Evet, aradığımız bu. Sosyal medyalarımızda çok insan var, binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce ve milyonlarca değişik gönderi. Hepsi rengarenk, hepsi fikir çeşitliliği gibi geliyor !..

Ama bir daha düşünün ve bir daha dinleyin lütfen;

O binlerce, rengarenk ve farklı insanlardan geliyormuş zannettiğimiz ses, aslında yankılanan kendi sesinizdir.

Çünkü yankı odasında olmayı yeğliyorsunuz ve kutuplaşmaya, parçalanmaya hizmet ediyorsunuz…

Devamını Oku