20,9783$% 0.73
22,5975€% -0.26
26,4130£% -0.37
1.312,07%-0,73
2.197,00%-1,40
568720฿%0.54267
02 Haziran 2023 Cuma
Gelenek bozulmadı “Adam” yine kazandı…
Öküz öldü ortaklık bozuldu!
Bursaspor’da 2M kehaneti! Bahçeli’nin deyişiyle ‘Bu da mı tesadüf?’
60 yaşındaki Bursaspor'a bu yakışmıyor!
Şiir üzerinden ince politik atışmalar
Bu üç isim Bursa’da zaferin mimarı oldu
Bir dönem daha bitti.
Meclis’in 28. dönemi Devlet Bahçeli’nin en yaşlı üye sıfatıyla açtığı oturumla başlamış oldu.
Yemin töreni 27. dönemi de sona erdirdi.
1995’ten bu yana yani 28 yıldır işimiz gereği siyaseti yakından takip ettik.
Kimse kalıcı değil.
Bakmayın siz, unutulmaz gibi lafların gölgesine sığınılarak söylenmiş sözlere, yorumlara.
Bir gün gelir unutulursunuz da…
1995’te gazeteciliğe başladığımızda Tansu Çiller vardı, Mesut Yılmaz var, Necmettin Erbakan vardı, Bülent Ecevit vardı, Deniz Baykal vardı.
Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı koltuğundaydı.
28 yılın sonunda Çiller dışında hepsi ahirete göçüp gittiler.
Çiller’de o Çiller değil.
Genel başkan yardımcılarından, milletvekillerinden, belediye başkanlarından geriye ne kaldı?
Zaten sizinle birlikte siyaset yapan, sizinle birlikte yol yürüyenler azaldıkça siz de unutulmaya yüz tutuyorsunuz.
Giden, sizin bir parçanızı da götürüyor.
Gidenler çoğaldıkça siz azalıyorsunuz.
Tarih kitapları belki yazar, yazar da tarihimizin dipnotları ne kadar gerçek, ne kadar işe yarar?
95’te Bursa’yı Ankara’da Refah Partisi’nden Ertuğrul Yalçınbayır, Mehmet Altan Karapaşaoğlu, Cemal Külahlı, ANAP’tan İlhan Kesici, Feridun Pehlivan, İbrahim Yazıcı, Abdülkadir Cenkçiler, Cavit Çağlar, Ali Osman Sönmez, Turhan Tayan, DSP’den Yüksel Aksu, Ali Rahmi Beyreli, Hayati Korkmaz, CHP’den Yahya Şimşek temsil ediyordu.
Milletvekili sayısı 14’tü.
Bugün bu sayı 20.
28 yıl önceki partilerden bugün sadece CHP var Meclis’te.
Refah, bölündükçe bölündü.
Kendisi olmasa da içinden gelen anlayışı temsil eden Ak Parti, Saadet, Yeniden Refah’la Meclis’te yine…
Çarpıcı gelir ya…
Öyle sahiden de…
Değişmeyen tek şey değişimdir.
Giden gider.
Kalan kalır.
Taa ki bir sonraki gelene kadar.
Bu arada geçip giden bir ömür vardır.
Siyaseti hobisine dönüştürenlerle siyaseti eşitsizlikleri ortadan kaldırma aracı olarak görenlerin mücadelesiyle geçen süreçler sonunda hepimiz ölür gideriz aslında.
Birçoğumuz yaşamadan ölür.
Birçoğumuz yaşamış gibi görünür.
Didinmekten öteye geçmeyen bir hayatın içinde yaşamak kelimesini bilmiş ama nasıl bir şey olduğunu hissetmemiş olarak göçüp gidenleri takip edenler de çoktur.
Araf’tadırlar.
Yaşamın kıyısına kadar ulaşmış ama karşıya geçememişlerdir.
Umutları çocuklarındadır.
O çocukların bazıları sel sularına kapılmadan karşıya geçip yaşamın kıyısına tutunmuşlarsa da her an ellerinden alınma kaygısıyla kendilerini köşeye sıkıştıranlara boyun eğerek yollarına devam ederler.
Belki çocukları aşar bu sıkışmışlık duygusunu diye.
Aslında bu derin, hazin bir öyküdür.
Yönetenlerle, yönettiğini zannedenlerle, yönetilmeye mecbur hissedenlerle yazılmış ama kader diye insanların önüne konulmuş bu hikâyenin parçası olmak istemeyenleri sadece hatırlar insanlar.
Onlar da o kadar azdır ki…
Bu azlık aslında bizim mahkûmiyetimizdir.
Volkan Konak.
Onur Akın…
Tolga Çevik…
Sıradan insanlar değil.
Daha önce konser için Almanya’ya gitmek isteyen Volkan Konak’a da, Tolga Çevik’e de vize vermemişti Almanya.
Onur Akın da eklenmiş bu listeye.
35 yıldır Avrupa’ya gidip geldiğini ilk kez vize başvurusunun reddedildiğini belirtiyor Akın.
Öfkeli.
Üzgün.
Tepkisini, “Bu ülkenin sanatçılarının Avrupa kapılarında sığınmacı muamelesi görmelerini reddediyorum” sözleriyle dile getiriyor.
Şimdi ne yapalım?
Almanlar’a kızalım mı?
Bizim sanatçılarımıza nasıl vize vermezsiniz diye öfkelenelim mi?
Karşı hamle mi yapalım?
Bir sözümüz var.
“İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır” diye.
Çuvaldızı Almanlar’a batıralım batırmasına ama iğneyi de unutmayalım.
Bizim için önemli olan pasaportları ne hale getirdik değil mi?
Gri pasaport olayını herkes hatırlıyordur.
Ak Partili belediyelerin yurt dışı organizasyonlarında gelişi güzel verdiği, devlet görevlisi anlamına gelen gri pasaportlarla insan kaçakçılığı yapıldığı ortaya çıkmıştı.
Gri pasaportu alan soluğu Almanya’da almış, geri de dönmemişlerdi.
Bu olay patlak verdikten sonra Almanlar’a şimdi kızabilir miyiz?
Devletimizin görevlileri için kullanılan pasaportla insan kaçaklığı yapılıyor.
Ne yapsın şimdi Alman?
Volkan Konak, Onur Akın, Tolga Çevik gibi isimlere vize vermeyerek ayıp etmişler.
İşi abartmışlar.
Lakin, Türkiye’nin en prestijli pasaportu olarak öne çıkan diplomatik pasaporta bugün Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avusturalya gibi ülkeler vize uyguluyor biliyor musunuz?
Milletvekillerimizin, diplomatlarımızın görevli olarak bile bu ülkelere gidebilmeleri için herkes gibi vize almaları gerekiyor.
İtibar, seçilmekle…
Büyük laflar etmekle…
“Dünya beşten büyüktür” demekle.
İçeride atıp tutmakla olmuyormuş demek ki…
Adalet…
Şeffaflık…
Gelişmiş ekonomik seyirle oluyormuş.
Var mı bunlar?
Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin başlangıcında gümbür gümbür çalan davul ve zurnalar eşliğinde cazgırların okuduğu bir mani vardır.
Duyan çoktur.
“Alta düştün diye yerinme,
Üste çıktın diye sevinme” diye…
Ne olacağını kestirmek zordur çünkü.
Bir an üste çıkarsın, an gelir alta düşersin.
Sevinmesini bilmek gerekir.
Üstelik kazanmak her yarışın doğasında var.
Kaybetmek de…
Maalesef, sevinmesini bilmiyoruz.
Abarttıkça abartıyoruz.
Sporda da…
Siyasette de…
Kantarın topuzuyla doğru ilişki kuramıyoruz.
CHP Gemlik İlçe Başkanı Şükrü Aksu’nun yaptığı açıklamayı okuyan herkes sevinmenin ne kadar abartıldığını görmüştür.
Helva dağıtmak da ne?
Bu durumu kınıyor Aksu.
Sonrasında bir noktanın altını çiziyor.
“Gemlik halkının teveccühü ile ilçemizde birinci olan Millet İttifakımızın adayını yönelik bu eylem, çirkin olduğu kadar kan donduran bir ima taşımaktadır” diyor.
Seçim sürecinde Ak Parti ilçe yönetimiyle müzik yayınından ilçe seçim ofisleri dışındaki yerlerin bayraklandırılmamasına kadar birçok konuda anlaşmış olmalarına rağmen bunun hiçe sayıldığının altını çizen Aksu, “Özellikle kadın kolu üyelerimizin, ilçemizin Perşembe pazarı önü, Balıkpazarı mahallesi ve Zeytindalı Meydanı’nda kurduğu stantlara iktidar partisi üyeleri tarafından tacizler gerçekleştirildi.
Hatta AKP’nin seçim arabaları stant önlerine çekilip müzik yayını yapıldı. AKP ilçe başkanlığını arayıp durumu anlatmamıza rağmen tacizler devam etti.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, seçimlerin ertesi günü Türkiye’de emsaline rastlanmamış, Türk siyasi ahlakına aykırı bir olay yaşandı.
AKP Gemlik Gençlik Kolları, genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu için Fatiha okuyup bir de helva dağıttı.
Geleneklerimiz ve inançlarımıza göre hayatını kaybedenlerin arkasından Fatiha ve dualar okunur, helva dağıtılır.
Fakat ilçemizde ise halkımızın teveccühü ile yüzde 51’den fazla oy alarak birinci çıkan Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, gayet sağlıklı bir şekilde görevinin başındadır!
Böyle bir eylem, çağrıştırdığı anlam itibariyle kan dondurucudur.
İlçe merkezinde anons ve seçim şarkıları ile eylemin gayri ciddi hale getirilmesi ise gelenek ve inançlarımızı zedelemekten başka bir şey değildir!
Bu çirkin, mesnetsiz ve ciddiyetsiz eylemin gerçekleştirilmesine izin veren AKP Gemlik İlçe Başkanlığı’nı şiddetle kınıyor, takdiri Gemlik halkına bırakıyoruz” açıklamasıyla tepkisini ortaya koyuyor.
Şık olmamış.
Oysa sevinmeyi bilmek en az kazanmak kadar değerli bir şey.
Sadece adam kazanmadı.
Azgınlaşmış enflasyon kazandı.
Uçmaktan başı dönün dolar kazandı.
Euro kazandı.
İşsizlik kazandı.
Nefret dili kazandı.
Karalama kazandı.
Umutsuzluk kazandı.
Ötekileştirme kazandı.
Yalnızlaştırma kazandı.
Liyakatsizlik kazandı.
Suriyeliler kazandı.
Afganlılar kazandı.
İran sınırından Türkiye’ye elini kolunu sallaya sallaya geçebilen yabancılar kazandı.
Türkiye’de ev alıp ucuz vatandaşlığı cebine koyan Katarlı kazandı.
Suudi kazandı.
Kuveytli kazandı.
Körfez’in Türkiye’de ev alabilecek güçteki zengini kazandı.
Haklısınız adam kaybetti!
Ama sadece adam mı?
Kaybederken umut kaybetti.
Sevgili dili kaybetti.
Türk lirası kaybetti.
Genç işsizler kaybetti.
Ayrıma uğrayan emekliler kaybetti.
Çiftçiler kaybetti.
Güven kaybetti.
Birlikte olma duygusu kaybetti.
Farklılıkları zenginliğe dönüştürme çabası kaybetti.
Karşı mahallelerin buluşması kaybetti.
Kadınlar kaybetti.
Adalet kaybetti.
Hukuk kaybetti.
Bu durumda kim kazandı, kim kaybetti?
Keşke, kazananla birlikte 85 milyon kazansaydı.
28 Mayıs akşamı sandıklar açıldığında bütün o haksız rekabete rağmen kaybedenleri ötekileştiren o dil, o saat sevgiyi kucaklayan sözcüklerle bütünleşebilseydi.
Ülkenin yarısının birinci turda seçmediği bir Cumhurbaşkanı, ikinci turda az bir farkla seçimi kazandığında kendisine ilk turda verilen mesajı anlayabilmiş olsaydı, “bugün kazanan 85 milyon oldu” sözlerine belki kaybedenden yana olanlar da inanabilirdi.
Yeni bir karar aşamasındayız.
Sandık bir kez daha seçmenin önünde.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin hayatımıza girdiği 2018 yılından bu yana ikinci kez sandığa gidiyoruz ama ilk kez ikinci turu görüyoruz.
Birinci tur; hiçbir aday yüzde 50’yi geçemediği için üç adaylı birinci turu ikiye indirdi.
Her şey yeniden başlıyor.
Birinci tur seçiminde milletvekilleri için de oy kullandı seçmen.
Uzun bir oy pusulası 28 Mayıs’ta yok.
İki fotoğraflı bir oy pusulası olacak.
Katlama derdi yok, mührün başka bir adayın üzerine değme riski yok.
Oy kullanmak da, oyların sayımı da çok hızlı olacak gibi duruyor.
Seçmen ya değişim diyecek, 21 yıllık iktidara son verecek ya da bir beş yıl daha yönet.
İki hafta aranın ardından sandığa bir kez daha gidecek seçmenlerin önemli bir bölümü, seçim sonucu doların, euronun, enflasyonun ne kadar olacağından endişe ediyor.
İş dünyası, seçim sonrası dolar ve euronun 30 liralara dayanacağını, dayanması gerektiğini anlatıyor.
Beklentileri hem doların hem de euronun 10 liraya yakın bir yükseliş içinde olması.
Bunu şart olarak görüyorlar.
Döviz kurlarının yukarı yönlü seyretmesi gerektiğini düşünen iş dünyasının bir beklentisi de asgari ücretin olduğu gibi kalması.
Aksi halde zamların peşi sıra geleceğine dikkat çekiyorlar.
Yani, iç açıcı bir tablo yok karşımızda.
Artan enflasyon.
Değeri düşen Türk lirası…
21 yıllık bir yönetimin Türkiye’yi getirdiği noktanın anahtar sözcükleri…
Birinci tur seçimi şunu gösterdi.
Türkiye’de insanlar ekonomik sorunlara göre değil, ister gerçekçi olsun isterse hayali oluşturulmuş konjonktüre göre oy kullanıyor.
Açlık sınırı…
Enflasyon…
Başını almış gide kur…
Hiç umurlarında değil.
Bu oranın toplam seçmen üzerindeki oranının yüksekliği Türkiye’nin şeffaf bir ekonomiden de uzaklaşmasına yol açıyor.
Oysa dünyadaki seçmen hareketliliği incelendiğinde Türkiye’deki gibi milliyetçilik, maneviyatçılık bu kadar yüksek oranlarda değil.
Ekonomisi üst seviyelerdeki ülkelerde seçmenler vergilerin artıp artmayacağını, çevre konusunda yapılan işlere, dünya ölçeğindeki savaşlarda ülkelerinin nasıl tavır aldığına, piyasalarının canlığına, paralarının değerine, emeklilerinin yaşamsal şartlarının iyiye gidip gitmediğine göre sandığa gidip tercih yapıyorlar.
Aramızdaki farkı da işte bu bakış belirliyor.
Bizler sürekli krizlerle karşılaşan ekonomilere teslim olurken, onlar; kendilerini daha yukarıya götürecek arayışlara göre oy kullanıyor.
Geleceklerini takım tutar gibi partilere yapışarak değil, adalet, hukuk şeffaflık, ekonomideki çarkların dönüşüne göre tayin ediyor.
Bu nedenle aramızdaki makas sürekli açılıyor.