Hamdolsun Türkiye’de yaşıyoruz
11 Ekim 2021 Pazartesi , 14:03
Futbol maçlarında bazı sahnelere rastlanırdı… Futbolcu tüm sezon yatar, son maçlar geldiğinde adeta kendini paralardı. Yere yatar, tekmeye kafasını sokar, yaralanan sargılı başı ile savaşını sürdürür ve bolca alkış alırdı.
Futbolcu kesimi akıllandı, bunu yapmaya gerek duymuyor. İmzayı atarken ne lazımsa yapıyor zaten… Ama politikacı henüz akıllanamadı. Tribüne, yani seçmen olduğunu sandık zamanı hatırladığı kitlelere şirin görünmek için yırtınıp duruyor. Sözlerim hem İktidar, hem de kuvvetli biçimde göreve geleceğini haykıran muhalefet içindi.
Hafta sonunda eş, dost ziyareti veya tatil yapmak varken yollara koyulmuş güçlü liderimiz. Yolu bu kez Adana’ya düşmüş partisinin etkiliği için. Dinleyen kesim çok coşkulu, tezahürat etkili ve gençler ile birlikte türküler söylüyor güçlü liderimiz Erdoğan...

O da nihayetinde bir insan… Danışman ve partililerin hazırladığı bu atmosfere göre de konuşması lazım, o da sektirmiyor ve gerekeni gerektiği biçimde yerine getiriyor. Önce beton marifeti ile yaptıklarını doyasıya anlatıyor. Sonra da konuyu dünyanın en güçlü ekonomilerine sahip egemen ülkelere getiriyor. Malum; içerde ortalık toz duman, “vergiden kaçınma” becerisini gösteren kendisinin de yakini olan yap-işlet-sat becerili arkadaşları, bu marifetlerinin gün yüzüne çıkması ile gündemi oluşturuyor. Güçlü lider Cumhurbaşkanımız ne yapsın? Onların cennete para yatırıp sonra da lüks binalar satın almalarının yasal boyutunu mu anlatacak, yerine veriyor coşkuyu..!
“Bakın; insanlar İngiltere’de benzin bulamıyor araçlarına koyacak… Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da kuyruklar var, yiyecek sıkıntısı çekenler var. Elhamdülillah ülkemizde böyle bir şey yok” diyerek yürek soğutuyor. Belki de haklı. Yaygın medya mensubu bir meslektaşımız makalesinde öyle bir ironi yapmış ki şaşırmayın. “Türkiye’de öyle bir kesim var ki, Fransızlar açlıktan Eyfel Kulesi’ni kemiriyor” dense inanır.
Neyse, bir Paris’i bırakıp yine Adana’ya dönelim. Tesadüfe bakın ki, Cumhurbaşkanımızın Adana’da hitap ettiği mekânın az ilerisinde, polis kordonu arkasında birkaç vatandaş, güvenlik görevlilerine dağıtılan kumanyadan arta kalanları toplamak ile meşgul… Bu insanlar o günün hatırası için herhalde yerden domates, peynir gibi ürünleri toplayacak değildi ya? Belli de olmaz hani, İstanbul’da artık, atık kağıt falan toplamak ikinci bir emre kadar yasaklanacak galiba, bu da o kapsama girer mi bilemem!
Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği de, o muhtaç vatandaşın yaptığı da bir gerçek. Hatta, İngiltere’de petrol ve yiyecek sıkıntısı olduğu da gerçek. Ama nedenini belirtmezseniz konuyu çarpıtmış olursunuz. Çünkü bu ülke Avrupa Birliği kapsamından çıktığı için, komşu devletlerde yaşayan TIR ve kamyon şoförleri, vize alma zahmetinden dolayı her yıl koşarak geldikleri İngiltere’ye gelemiyor ve taşımacılık felç oluyor. Bir anlamda protesto gibi bir şey… İngiltere ekonomik açıdan gerçekten zorda olsa, bizim “vergiden kaçınan” Türk büyüklerimiz, oralardan kıymetli taşınmaz satın almaz, cennet adalarına kadar gidip şirket kurmazdı. Bunun yanı sıra yap-işlet devret modelli projelerin anlaşmazlıkları için İngiltere Yargısı’nı kabul ettiremezlerdi güçlü liderimize...
Bir de Avusturya var bizimle uğraşan ve “dış mihrak” tanımlı bir ülke… Başbakanı Türkiye’yi eleştirirken belasını bulmuş, istifa etmiş! Öylesine ağır bir suç olmalı ki, başbakanlık koltuğunu bir çırpıda bırakıvermiş.
İddiaya göre, henüz dışişleri bakanı iken, bazı yayın kuruluşlarına kendisi ve partisi için yanlı haber, uydurma anket sonucu falan yaptırmış. Bu da ortaya çıkıp, soruşturma başlayınca, dayanamamış çareyi istifa da bulmuş. Ne ayıp değil mi? Bu kadar bir suç kadı kızında değil, AİHM’de bile olur! Oysa politikayı Türkiye’de yapsa, gündem bile olmazdı. Sayın Başbakan soyadın olan “Kurtz” u bırak ülkemize gel, “kurs” al, bak o zaman başına bir şey gelir mi?
Şimdi gelelim asıl konumuza…
Her şey, her ses, her nefes yaklaşan seçimin ayak seslerini yansıtıyor aslında. Halkımız bu kez, farklı bir psikoloji, sosyoloji ve teoloji ile gidecek sandığa.
Neyi seçecek dersiniz? Merak ettiniz değil mi? Ben de merak ettim.
İsterseniz soru-cevap yapalım:
Sofra mı, Dünya liderliği mi?
Demokrasi mi, otokrasi mi?
Beton mu, toprak mı?
İnsanca bir yaşam mı, ucuz bir ölüm mü?
Salgın için aşı mı, karşıtlığı mı?
Hak ettiğini mi, sana verileni mi?
Lider mi sistem mi?
Hepsinden geçtim birinde takılıp kaldım. Belki de bunun üzerine söz söylenmeyecek!
Seçim mi, geçim mi?
Futbolcu kesimi akıllandı, bunu yapmaya gerek duymuyor. İmzayı atarken ne lazımsa yapıyor zaten… Ama politikacı henüz akıllanamadı. Tribüne, yani seçmen olduğunu sandık zamanı hatırladığı kitlelere şirin görünmek için yırtınıp duruyor. Sözlerim hem İktidar, hem de kuvvetli biçimde göreve geleceğini haykıran muhalefet içindi.
Hafta sonunda eş, dost ziyareti veya tatil yapmak varken yollara koyulmuş güçlü liderimiz. Yolu bu kez Adana’ya düşmüş partisinin etkiliği için. Dinleyen kesim çok coşkulu, tezahürat etkili ve gençler ile birlikte türküler söylüyor güçlü liderimiz Erdoğan...

O da nihayetinde bir insan… Danışman ve partililerin hazırladığı bu atmosfere göre de konuşması lazım, o da sektirmiyor ve gerekeni gerektiği biçimde yerine getiriyor. Önce beton marifeti ile yaptıklarını doyasıya anlatıyor. Sonra da konuyu dünyanın en güçlü ekonomilerine sahip egemen ülkelere getiriyor. Malum; içerde ortalık toz duman, “vergiden kaçınma” becerisini gösteren kendisinin de yakini olan yap-işlet-sat becerili arkadaşları, bu marifetlerinin gün yüzüne çıkması ile gündemi oluşturuyor. Güçlü lider Cumhurbaşkanımız ne yapsın? Onların cennete para yatırıp sonra da lüks binalar satın almalarının yasal boyutunu mu anlatacak, yerine veriyor coşkuyu..!
“Bakın; insanlar İngiltere’de benzin bulamıyor araçlarına koyacak… Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da kuyruklar var, yiyecek sıkıntısı çekenler var. Elhamdülillah ülkemizde böyle bir şey yok” diyerek yürek soğutuyor. Belki de haklı. Yaygın medya mensubu bir meslektaşımız makalesinde öyle bir ironi yapmış ki şaşırmayın. “Türkiye’de öyle bir kesim var ki, Fransızlar açlıktan Eyfel Kulesi’ni kemiriyor” dense inanır.
Neyse, bir Paris’i bırakıp yine Adana’ya dönelim. Tesadüfe bakın ki, Cumhurbaşkanımızın Adana’da hitap ettiği mekânın az ilerisinde, polis kordonu arkasında birkaç vatandaş, güvenlik görevlilerine dağıtılan kumanyadan arta kalanları toplamak ile meşgul… Bu insanlar o günün hatırası için herhalde yerden domates, peynir gibi ürünleri toplayacak değildi ya? Belli de olmaz hani, İstanbul’da artık, atık kağıt falan toplamak ikinci bir emre kadar yasaklanacak galiba, bu da o kapsama girer mi bilemem!
Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği de, o muhtaç vatandaşın yaptığı da bir gerçek. Hatta, İngiltere’de petrol ve yiyecek sıkıntısı olduğu da gerçek. Ama nedenini belirtmezseniz konuyu çarpıtmış olursunuz. Çünkü bu ülke Avrupa Birliği kapsamından çıktığı için, komşu devletlerde yaşayan TIR ve kamyon şoförleri, vize alma zahmetinden dolayı her yıl koşarak geldikleri İngiltere’ye gelemiyor ve taşımacılık felç oluyor. Bir anlamda protesto gibi bir şey… İngiltere ekonomik açıdan gerçekten zorda olsa, bizim “vergiden kaçınan” Türk büyüklerimiz, oralardan kıymetli taşınmaz satın almaz, cennet adalarına kadar gidip şirket kurmazdı. Bunun yanı sıra yap-işlet devret modelli projelerin anlaşmazlıkları için İngiltere Yargısı’nı kabul ettiremezlerdi güçlü liderimize...
Bir de Avusturya var bizimle uğraşan ve “dış mihrak” tanımlı bir ülke… Başbakanı Türkiye’yi eleştirirken belasını bulmuş, istifa etmiş! Öylesine ağır bir suç olmalı ki, başbakanlık koltuğunu bir çırpıda bırakıvermiş.
İddiaya göre, henüz dışişleri bakanı iken, bazı yayın kuruluşlarına kendisi ve partisi için yanlı haber, uydurma anket sonucu falan yaptırmış. Bu da ortaya çıkıp, soruşturma başlayınca, dayanamamış çareyi istifa da bulmuş. Ne ayıp değil mi? Bu kadar bir suç kadı kızında değil, AİHM’de bile olur! Oysa politikayı Türkiye’de yapsa, gündem bile olmazdı. Sayın Başbakan soyadın olan “Kurtz” u bırak ülkemize gel, “kurs” al, bak o zaman başına bir şey gelir mi?
Şimdi gelelim asıl konumuza…
Her şey, her ses, her nefes yaklaşan seçimin ayak seslerini yansıtıyor aslında. Halkımız bu kez, farklı bir psikoloji, sosyoloji ve teoloji ile gidecek sandığa.
Neyi seçecek dersiniz? Merak ettiniz değil mi? Ben de merak ettim.
İsterseniz soru-cevap yapalım:
Sofra mı, Dünya liderliği mi?
Demokrasi mi, otokrasi mi?
Beton mu, toprak mı?
İnsanca bir yaşam mı, ucuz bir ölüm mü?
Salgın için aşı mı, karşıtlığı mı?
Hak ettiğini mi, sana verileni mi?
Lider mi sistem mi?
Hepsinden geçtim birinde takılıp kaldım. Belki de bunun üzerine söz söylenmeyecek!
Seçim mi, geçim mi?
İlginizi Çekebilecek Diğer Haberler

Yorum Yapın
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!