Hayrettin Çakmak’la…
13 Kasım 2020 Cuma, 18:20
Başlığı böyle atınca, sakın “ondan il başkanı falan olmaz” diyeceğimi sanmayın, çünkü demem, iyi tanır ve takdir ederim, bu bir...
Kendisi ile bu nedenle bir görüşme ya da haberleşme olmamış, bu da iki.
Bir ekleme daha yapayım, kendisine il başkanlığı dahil her görev yakışır, bu da üç.
Benim neden bu konuya bulaştığıma gelince… Baktım sütun arkadaşlarım yazmış, mevcut İl Başkanı’na “aday olma” komutu gelmiş ve benim bundan haberim olmamış… Bu nedenle bir arkadaşıma neler olup bittiğini sormak istedim. Aslına bakarsanız, yeni hükümet etme sisteminde il başkanını bırakın, adına bakan denilen Cumhurbaşkanlığı sekreterlerinin bile pek bir hükmü yok. İnisiyatif kullanmaya ne cesaretleri ne de destekçileri var. Çünkü seçilerek gelmediler. Aslına bakarsanız, iktidar partisinde izlenen yola göre, eski sistemde de olsa, birkaç toplantı yapılarak “istişare edildi” cümlesi kuruluyor, sonra da “gidin bunu seçin” gibi bir temayülü oluştu son yıllarda…
Başka bir alandan örnek vereyim; TFF Yönetim Kurulu’nu bilemem ama özellikle başkan, yüce makamdan çıkan onaya göre belirleniyor, sonra da kulüp delegelerine gidip “seçin var” deniyormuş. Bunu ben değil o toplantılara katılanlar söylüyor. Yine uzattım sanırım, bu kadar önemli gelişmeler önümüzdeyken, benim ki de laf mı!

Hayrettin Çakmak diyordum… Tamam adaylık konusu hakkında bir şey söylemedi. Ya izlemiyor ya da ona ulaşan bilgi yoktu bilemem. Ama, geçmişten, kendi politika yaptığı dönemlerden güzel örnekler verdi.
Bunu yaparken de ideal bir il başkanının yapması gerekenleri özetledi. Örneğin; bir il başkanı şehrinin ve özellikle kendi partisinin geçmişini ve o dönemlerin aktörlerini iyi bilmeli gibi bir tez ortaya koydu. Kendisinden örnekleyerek anlattı bunları…
İl başkanı olmadan ve olduktan sonra da diğer parti yöneticileri ile yemeğe çıktığını, bu sayede çok deneyim kazandığını anlattı. Örnek de verdi. Biraz da gülümseyelim… Bursa “büyükşehir” olduktan sonra seçilen Osmangazi Belediye Başkanı Erhan Keleşoğlu ile ANAP İlçe Başkanı Bener Özcan’ın pankartlı atışmasını kendi ağızlarından dinlediğini anlattı. Buna benzer bir sohbet sırasında, daha gerilere gidildiğini ve 1977-80 döneminde CHP’nin belediye başkanlığını kazandığı yıllarda, CHP İl Başkanlığı kapısına birinin tuvalet ihtiyacını giderdiğine dair bir olayı nakletti. O sırada İl Başkanı olan merhum Yılmaz Akkılıç’ın, bu olayı soruşturmak için “Çiş Komisyonu” oluşturduğunu, komisyonda dönemin Merkez İlçe Başkanı Ertuğrul Yalçınbayır’ın da olduğunu ANAP’lı bir siyasetçiden öğrendiğini anlattı. Böyle bir olay da bile komisyon kurulması bana göre aslında demokrasi örneğiydi. Buna benzer çok sayıda örnek verirdi zaten Çakmak...
Özetle, bir il başkanının, şehrin politik nabzını tutabilmesi için, diğer partilerle bile ilişkiyi kesmemesi gerektiğinin altını kalın biçimde çizdi. Araya bir de güldürürken düşündüren ve günümüzde başından geçen bir olayı da sıkıştırdı.
Hayrettin Çakmak, Namazgah semtinde oturur. Yavaş adımlarla yürüyerek aşağıya iner ve keyifle Setbaşı köprüsünden geçer. Bunu 80'lerin başından beri bilirim. Yine böyle bir geçiş sırasında, eski bir partili ile karşılaşmış, adam sevinçle sarılmış… Hayrettin, “yahu ne yapıyorsun” diye çıkışmış. Korkusu virüs tabii… Eski partilinin yanıtı da okkalı cinsten. “Sen iyi adamsın, kendine de bakarsın virüs yoktur sende” demiş. Çakmak durur mu, “Sağ ol bende yok diyelim, ya sende virüs varsa?”
İşte böyledir Hayrettin Çakmak. İşin içine mizah katar ve derdini karşısındakine gülerek anlatır. Tam 26 dakika konuştuk, bana bir kulis bilgisi bile vermeden kapattık telefonları!..
Virüsten, komisyonlardan, karşı partinin sırlarından sonra, Hayrettin Çakmak’ın benim bir soruma verdiği can alıcı yanıta gelelim.
“Bir il başkanının eskisi gibi şehrinde ve Ankara’da hükmü var mı?” sorusunu da politikadan uzak oluşumdan dolayı sordum. Öyle bir yanıt verdi ki, sormayın…
“Hangi devir olursa olsun, il başkanıysan inisiyatif kullanacaksın. Seni Ankara da dinler, yereldeki muhatapların da… Önemli olan o makamın ağırlığını, geçmişte yaşananları ve seçmenini iyi tanımaktır.”
Özetle; ülke yönetimi nereye giderse gitsin, yerelin ağırlığını hissettirmek, o görevi üstlenenin becerisi ile gerçekleşirmiş. İnanmak istedim, bir bildiği vardır diye… Arkadaşımın sözünün karşılığını bekliyorum şimdi de…
Kendisi ile bu nedenle bir görüşme ya da haberleşme olmamış, bu da iki.
Bir ekleme daha yapayım, kendisine il başkanlığı dahil her görev yakışır, bu da üç.
Benim neden bu konuya bulaştığıma gelince… Baktım sütun arkadaşlarım yazmış, mevcut İl Başkanı’na “aday olma” komutu gelmiş ve benim bundan haberim olmamış… Bu nedenle bir arkadaşıma neler olup bittiğini sormak istedim. Aslına bakarsanız, yeni hükümet etme sisteminde il başkanını bırakın, adına bakan denilen Cumhurbaşkanlığı sekreterlerinin bile pek bir hükmü yok. İnisiyatif kullanmaya ne cesaretleri ne de destekçileri var. Çünkü seçilerek gelmediler. Aslına bakarsanız, iktidar partisinde izlenen yola göre, eski sistemde de olsa, birkaç toplantı yapılarak “istişare edildi” cümlesi kuruluyor, sonra da “gidin bunu seçin” gibi bir temayülü oluştu son yıllarda…
Başka bir alandan örnek vereyim; TFF Yönetim Kurulu’nu bilemem ama özellikle başkan, yüce makamdan çıkan onaya göre belirleniyor, sonra da kulüp delegelerine gidip “seçin var” deniyormuş. Bunu ben değil o toplantılara katılanlar söylüyor. Yine uzattım sanırım, bu kadar önemli gelişmeler önümüzdeyken, benim ki de laf mı!

Hayrettin Çakmak diyordum… Tamam adaylık konusu hakkında bir şey söylemedi. Ya izlemiyor ya da ona ulaşan bilgi yoktu bilemem. Ama, geçmişten, kendi politika yaptığı dönemlerden güzel örnekler verdi.
Bunu yaparken de ideal bir il başkanının yapması gerekenleri özetledi. Örneğin; bir il başkanı şehrinin ve özellikle kendi partisinin geçmişini ve o dönemlerin aktörlerini iyi bilmeli gibi bir tez ortaya koydu. Kendisinden örnekleyerek anlattı bunları…
İl başkanı olmadan ve olduktan sonra da diğer parti yöneticileri ile yemeğe çıktığını, bu sayede çok deneyim kazandığını anlattı. Örnek de verdi. Biraz da gülümseyelim… Bursa “büyükşehir” olduktan sonra seçilen Osmangazi Belediye Başkanı Erhan Keleşoğlu ile ANAP İlçe Başkanı Bener Özcan’ın pankartlı atışmasını kendi ağızlarından dinlediğini anlattı. Buna benzer bir sohbet sırasında, daha gerilere gidildiğini ve 1977-80 döneminde CHP’nin belediye başkanlığını kazandığı yıllarda, CHP İl Başkanlığı kapısına birinin tuvalet ihtiyacını giderdiğine dair bir olayı nakletti. O sırada İl Başkanı olan merhum Yılmaz Akkılıç’ın, bu olayı soruşturmak için “Çiş Komisyonu” oluşturduğunu, komisyonda dönemin Merkez İlçe Başkanı Ertuğrul Yalçınbayır’ın da olduğunu ANAP’lı bir siyasetçiden öğrendiğini anlattı. Böyle bir olay da bile komisyon kurulması bana göre aslında demokrasi örneğiydi. Buna benzer çok sayıda örnek verirdi zaten Çakmak...
Özetle, bir il başkanının, şehrin politik nabzını tutabilmesi için, diğer partilerle bile ilişkiyi kesmemesi gerektiğinin altını kalın biçimde çizdi. Araya bir de güldürürken düşündüren ve günümüzde başından geçen bir olayı da sıkıştırdı.
Hayrettin Çakmak, Namazgah semtinde oturur. Yavaş adımlarla yürüyerek aşağıya iner ve keyifle Setbaşı köprüsünden geçer. Bunu 80'lerin başından beri bilirim. Yine böyle bir geçiş sırasında, eski bir partili ile karşılaşmış, adam sevinçle sarılmış… Hayrettin, “yahu ne yapıyorsun” diye çıkışmış. Korkusu virüs tabii… Eski partilinin yanıtı da okkalı cinsten. “Sen iyi adamsın, kendine de bakarsın virüs yoktur sende” demiş. Çakmak durur mu, “Sağ ol bende yok diyelim, ya sende virüs varsa?”
İşte böyledir Hayrettin Çakmak. İşin içine mizah katar ve derdini karşısındakine gülerek anlatır. Tam 26 dakika konuştuk, bana bir kulis bilgisi bile vermeden kapattık telefonları!..
Virüsten, komisyonlardan, karşı partinin sırlarından sonra, Hayrettin Çakmak’ın benim bir soruma verdiği can alıcı yanıta gelelim.
“Bir il başkanının eskisi gibi şehrinde ve Ankara’da hükmü var mı?” sorusunu da politikadan uzak oluşumdan dolayı sordum. Öyle bir yanıt verdi ki, sormayın…
“Hangi devir olursa olsun, il başkanıysan inisiyatif kullanacaksın. Seni Ankara da dinler, yereldeki muhatapların da… Önemli olan o makamın ağırlığını, geçmişte yaşananları ve seçmenini iyi tanımaktır.”
Özetle; ülke yönetimi nereye giderse gitsin, yerelin ağırlığını hissettirmek, o görevi üstlenenin becerisi ile gerçekleşirmiş. İnanmak istedim, bir bildiği vardır diye… Arkadaşımın sözünün karşılığını bekliyorum şimdi de…
Yorum Yapın
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!