İlk EBA kurbanı!
06 Ekim 2020 Salı, 18:12
Türkiye’nin kalbi İstanbul’da geçer olay… Bir baba evinin damına çıkmış, yan komşusundan kablo çekmeye çalışıyor. Ne kablosu mu? Yanıt kısa ama nedeni çok uzun!
Başvuru yaptığı internet bağlantısına 10 gün sonra kavuşacağı yanıtı üzerine, bir an önce yavrusunun ders izleyebilmesi için damdaydı genç adam… Çalışırken bir tok ses duydu. 8 yaşındaki çocuğu, ardından dama çıkmış, dengesini kaybedince de sokağa düşmüştü. Artık yaşamıyordu. Yaşamayan sadece kendisi miydi? İddialara göre baba da yaşamak istemiyor, mezar yeri almaya çalıştığını beyan ediyordu. Belki de ironiydi yaptığı… 21. yüzyılın ilk yarısında, ülkenin en büyük ve en çağdaş kentinde yaşanıyordu bu sahneler…
... Ve EBA denilen uzaktan eğitim metodu ilk kurbanını vermişti Ç.M ile… Gazeteler “elim bir ölüm” diyecekti muhtemelen… Birkaç gün, muhalif yayınlarda söz edilecek, sonra da unutulacaktı büyük olasılıkla… Ama, Dünya’da en fazla cep telefonuyla konuşan ülkeler arasında ön sırayı kimseye kaptırmayan Türkiye’nin, gelişmişlikte geldiği noktayı anlatması açısından bize acı bir ders olmuştu.
Bu olayın etkisi henüz yurt genelinde yankılanmadan, kısa bir süre sonra ne gariptir ki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, dış politik gelişmeler başta olmak üzere, tüm sorunları dile getiriyordu. Söylevinin bir bölümünde “yüz yüze eğitim” müjdesi veriyor, ana sınıfları ve birinci sınıflardan sonra 2-3-4 ile 8. ve 12. sınıfların da okullarına kavuşacaklarını açıklıyordu. Bu müjde bir iki gün önce verilebilse, 8 yaşındaki Ç.M. belki de hayatta olacaktı.
TV haberleri bu müjde ile çalkalanırken, bir kanalda Sivas’ın bir köyü ekrana geldi. Köyün 40 yavrusu, başlarında bir kadın olmak üzere hızla yol alıyorlardı. Nereye mi? Köyün en yüksek tepesine… EBA nimetinden yararlanmak için! Neden? Çünkü okulları kapalıydı ve yüz yüze eğitim müjdesinden henüz haberleri yoktu.
Aslında sorun yanlış yerde aranıyordu. Gereksiz kadro ve gider olmasın diye, nüfusu azalan köylerin okulları kapatılmış, “taşımalı sistem” denilen bir girdabın içine sokulmuştu Anadolu’da eğitim… Kışın ulaşım, yazın sıcak ve aile ile birlikte çalışma zorunluluğu, bu uydurma sistemi de iyi işletemiyordu. Oysa, nüfusu az bir köyün virüsten korunması, yeri geldiğinde karantinaya alınması ne denli de kolaydı? Bu sayede eğitim de aksamayacaktı.
Velhasıl Türkiye bir masaldan ibaretti… Ekranda bu görüntüleri izlerken 1930'larda düşünülen, bir süre sonra adımların atıldığı “Köy Enstitüsü” çocuklarının görüntüsü gözümün önüne geldi. O gün yokluktan bu sistemi bulabilmiş Türkiye, bu gün tüm teknolojik nimetlere karşın 21. yüzyılı yaşarken, yine 20. yüzyıl görüntüsü veriyordu.
Burada bir hakkı da teslim edelim. Tüm Dünya bu görünmeyen düşman ile yeterince savaşamıyor… Çare bulmakta zorluk çekiyor. Türkiye için de bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta, kahramanca mücadele veren “sağlık ordusuna” sahip olduğu için kendimizi şanslı da sayabiliriz. Acaba sağlıktaki bu azim, iyi yetişmişlik ve kutsal bir görev ifa etmenin bilinci nereden geliyor? Onu hiç düşündük mü? Ülkenin kurucu lideri, “beni Türk hekimlerine emanet ediniz” derken, acaba bu günleri mi kast ediyordu? Bu sözleri rahatlıkla sarf ederken, o yokluk içindeki sağlık hamlelerine mi güveniyordu? Heybeliada Göğüs Hastalıkları Sanatoryumu gibi, aşı üreten Hıfzısıhha gibi, askeri hekim yetiştiren Gülhane Askeri Tıp Akademisi gibi kurumlar mıydı güvencesi?
ALİ EDİZER VAKASI
Konu sağlıktan, eski kurumlardan ve de örnek gösterilen GATA’dan açılınca, sosyal medyayı sarsan bir olayın TV ekranlarına düşen haberine odaklandım.
Yine bir saçmalığın olduğuna emindim. Haklı da çıktım. Ali Edizer isimli doktor, yeni adı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi olan eski GATA’ya başhekim yardımcısı olarak atanmış. Atanır, bunda bir beis yok. Ama sosyal medyada yayınladığı videolarda nedense saçmalamak istemiş. Söz konusu hastanede yatan, eski başbakan Mesut Yılmaz için “bizim gassallar, bir köşede paketlerce pamuk tutuyor. İnşallah beklenen olacak.” demiş bir videosunda. Doğal olarak tepki almış ve diğer kasetleri, pardon videoları da ortaya çıkmış bu sayede… Kadın ve evlilik konularında öyle saçmalıkları var ki, bunları sizinle paylaşmayı gereksiz buluyorum. Düpedüz Medeni Kanun’a kafa tutuyor. Aslında derdi, “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” kavramıyla savaşmak. Tamam, bu düşüncede olanlar, mantar gibi yerden bitmeye başladı. Hem de zehirli türünden mantarın! Bu zat, tababet eğitimini acaba hangi kurumda aldı? Eğer özel üniversitelerin birinden mezun olduysa “yandı gülüm keten helva…” Bu okulları açmak sadece, eğitime katkı ya da ticari bir olayın dışında “Cumhuriyet düşmanı” yetiştirmekse işimiz çok zor! Hekim sıfatını taşıyan böyle birini, Gülhane gibi Türkiye’nin sembolü, Mustafa Kemal Atatürk’ün göz bebeği kurumlara atamanın anlamı, Cumhuriyet’in kazanımlarını küçük düşürmek ve yeni bir dünya kurmak gibi geliyor bana… Aynen Türk Tarih Kurumu’nun başına gelen, o ismi lazım olmayan zatın sonu gibi bu da görevden alınmış. Acaba bu atamaların amaçlarında biri de, kimilerine göre tarikat ve cemaatlerin yer kaparken aldıkları ayrıcalıklar olabilir mi?
Bunlar değilse Cumhuriyet’e ve demokrasiye gerçekten bağlı kesimlerin sabrını sınamak mı acaba?
İlginizi Çekebilecek Diğer Haberler

Yorum Yapın
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!