Uzaktan eğitime uzaktan bakanlar!
29 Eylül 2020 Salı, 18:05
Yaklaşık 3 milyon aileden söz ediliyor, televizyonu ya da internet bağlantısı olmayan...
Bazı görüşlere göre, internet bir insan hakkıymış. Acaba hangi ülkelerde? Okulları açarak, öğrencileri TV başına ya da tablet önüne çağıran anlı şanlı yöneticilerimiz, adına bakan denilen Cumhurbaşkanlığı Sekreteri, aydınlar, yedi düvele karşı amansız bir mücadele verdiğini sıkça dile getiren bu Devlet, kaç hanenin insan hakkı denilen bu nimetten uzak olduğunu acaba biliyor mu?
Rakamlar milyonlarla ifade ediliyor, aslında hiç de önemi yok! Önemli olan, özellikle okula yeni başlayan miniklerin, ortaokulu bitirmek üzere olan ergen gençlerimizin, üniversite kapısını hayal eden delikanlılarımızın geleceği... Tüm bu gerçekler, siyasi çekişme yüzünden göz ardı edilerek, bir kuşak kaybedilmek üzere... CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir süreden beri bu konuyu gündeme taşımaya çalışıyor. 21. yüzyılın Türkiye'sinde evinde televizyonu olmayan 750 binin üzerinde hane olduğunun altını çizen Kılıçdaroğlu, şöyle diyor:
"2 milyonun üzerinde internete erişemeyen aile var. Kaldı ki televizyonu olup 6'dan fazla nüfusu olan 2 milyonun üzerindeki hanedir söz ettiğim... Belediyelerimiz aracılığıyla bir yoksulluk envanteri oluşturmaya çalışıyoruz. O ailelerin internet harcamalarını bir şekliyle siyasal iktidar karşılayabilir. Genel bütçe dışında Evrensel Hizmet Fonu diye bir fon var ve burada biriken paralar var. Bu paraları kullanacak olan Milli Eğitim Bakanlığı... YÖK ile iş birliği yaparak, Evrensel Hizmet Fonu'nun kaynaklarından öğrencilere bilgisayar sağlayabilir."
CHP Ankara Milletvekili Murat Emir de bu konuda bakanlığa soru önergesi vermiş. Evrensel Hizmet Fonu'nun 2005 yılında kurulduğunu hatırlatarak; "Bu fon, kırsal bölgelerdeki yurttaşlara internet ve elektronik haberleşme hizmetleri için kamu yatırımı yapılması amacıyla kuruldu. 2005 yılından beri biriken paranın 11 milyar TL'nin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Ancak birkaç yıldır kırsalda kurulan baz istasyonları haricinde, bu paranın nereye harcandığına dair net bir açıklama da yapılmıyor." diyor.
Korkarım bu paralar da genel bütçe harcamaları içinde eriyip gitmemiştir. Eğitim ve sağlık, demokratik, sosyal hukuk devletinin en önemli konuları. Buna güvenlik de ilave edildiğinde "çağdaş bir demokrasi ülkesi" ortaya çıkıyor. Ama günümüzde en fazla sekteye uğrayan, salgın nedeniyle sağlık ve yine aynı nedenle kapalı tutulan eğitim kurumları...
Aslında, son dönemde, eğitimde devlet kurumlarının içinde bulunduğu durum salgın sonrasında bir kez daha ortaya çıktı. Fırsat eşitsizliği neredeyse patladı. Devlet, kendine direkt bağlı okullarda salgını önleme amaçlı, temizlik ve görevli ihtiyacını bile karşılayamıyor. Bu görevi veliler üstleniyor. Öğretmen açığı da bir başka sorun. Üstelik atama bekleyen on binlerce mezun öğretmen adayı varken... Milli Eğitim'in başına özel okul yöneticiliğinden biri atandığında, önceleri umut beslenmişti ama, kısa sürede anlayışı ortaya çıktı. Geçtiğimiz günlerde salgın önlemleri tartışılırken, Bakan Ziya Selçuk'un ağzından belki de istemeden dökülen "en büyük sorunumuz öğretmen maaşları" cümlesi bunun en açık bir örneğiydi.
Altını çizerek söylüyorum, "eğitimdeki fırsat eşitsizliği" hiç bu kadar derin bir yara açmamıştı ülkemizde... Temelleri Cumhuriyet'in ilk yıllarında atılan, "kolej" yabancı bir kelime olduğu için adında tereddüt edilen ve eğitimde fırsat eşitliği yaratan bir okul türü, Demokrat Parti döneminde Maarif Koleji ismiyle Türkiye'nin birkaç kentinde açılmıştı. 1970'lerin ortalarında da yenileri eklenerek Anadolu Liseleri'ne dönüşmüştü. Örneğin, 70'lerin başında Bursa Erkek Lisesi'nde okurken görmüştüm, Anadolu'nun ücra köşelerinde doğan, zeki ve yetenekli olduğu saptanan bazı çocuklar Bursa'ya getirilerek, okulumuzda Maarif Koleji'nin ilk öğrencileri olmuştu. Bu okullar, olanağı olmayan çocuklara fırsat eşitliği tanımanın yanı sıra yabancı dille eğitim vererek, Türk öğrencilerin yurt dışına gitmeden de böyle bir eğitime kavuşabileceklerini vurguluyordu.
Sadece bu tür bir fırsat eşitliği yeterli miydi? Değildi tabii... Öğretmen, eğitimdeki en önemli faktördü... Biz bunu yaşayarak görmüştük. Yaşları çok ilerlese de mesleklerine ölümüne bağlı, birikimli ellerde büyüdük ve eğitim aldık. Bunun en tipik örneğini ve öğretmene verilen değeri de birkaç gün önce ekranda izlediğim Saadet Partisi Lideri Temel Karamollaoğlu'ndan dinledim. Babası ve amcası da öğretmen olan Karamollaoğlu, eğitimdeki en önemli faktörlerin liyakat, öğretmen ve müfredat olduğunu vurgularken, "Babam 1930'ların başında köye tayin oluyor ve 52 lira maaş alıyor. O dönemde, köyde koyunun çifti 2 buçuk lira ediyormuş. Siz varın gerisini anlayın. Öğretmene ve eğitime verilen değeri böyle ölçebilirsiniz. Bu iktidar önce binadan başladı. Tablet ile devam etti, o da sanırım yarıda kaldı. Olmaz öyle şey; önce müfredat, sonra da öğretmen olmalıydı" demişti.
Aynı programda Türkiye'nin eğitimdeki başarı sıralaması grafikle sunuldu. 53. sıradaymışız... Suudi Arabistan da bizden öndeymiş. Ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Şunu da eklemeden geçmek istemiyorum, çünkü haksızlık olur. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yeni eğitim öğretim yılının başlaması nedeniyle verdiği röportajda, "Dünya Bankası'ndan 160 milyon dolar fon aldık" diyordu. Bu fon nerede kullanılacak, ne zaman gelecek, şimdilik bir açıklama yok. Selçuk, aynı söyleşide bu yabancı fondan söz ederken, "Evrensel Hizmet Fonu" gibi bir kelâm etmedi! Bunun iki nedeni olabilir; ya bu fonda biriken miktar harcandı ya da böyle bir kaynaktan haberi yok! Hangisi doğru, isterseniz siz bulun...
Yorum Yapın
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!