Market faşizminden gıda milliyetçiliğine!
6 Mart 2022 Pazar , 22:21
Yakın geçmişte, Suriye'den, Irak'tan, Afganistan'dan aşina olduğumuz korkunç "yıkım" manzaralarının bir benzerini, bu sefer Ukrayna'da görüyoruz.
Bombaların, hedefi olan kentlerde ne yapacağını bilemeyen milyonlarca insan, çocuklarının canlarını kurtarmak için göç etmek zorunda kalıyorlar.
Başlarının üstünde bir çatı bulabilenler şanslı. Bulamayanların bir kısmı, denizlerde boğularak, bir kısmı da çoraplarını çocuklarının ellerine giydirip, kendi ayaklarına poşet geçirerek yürüdükleri gecede sabaha varamadan göçüp gidiyorlar bu lameden.
Mağdurların, dinleri, dilleri, ırkları, renkleri farklı olsa da, acının ve gözyaşının rengi aynı ne yazık ki. Bundan sebep, çocukların acı çektiği, öldüğü hiçbir savaşın haklı olanı yoktur.
Taraflar, yalnızca kendi hınçlarını haklı gösterecek açıklamalar yapsalar bile; savaşın mutlak kazananı olmuyor. Bırakın tarafları, uzaktan yakından alakası olmayan insanlar da iğneden ipliğe kayıplar yaşıyor.
İşte bakın, pandemiydi, ekonomik krizdi derken zaten alıp başını giden fiyatlar, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla birlikte hayal dahi edilemez sevilere ulaşmadı mı?
Etkisi git gide daha da ağırlaşan ekonomik buhrana nasıl bir çözüm bulunacak belli değil. Birkaç gündür, yağ kuyruklarıyla oluşan market faşizmi bu konuda şafağın karanlık olduğunu gösteriyor.
Tamam, çiçeği burnunda tarım bakanının, "Ayçiçeği yağı gibi temel gıda ürünlerinde yeterli stok bulunmadığı yönünde paylaşılan bilgiler doğru değildir. Gerekli tedbirler alınmıştır. Ülkemizin yeterli miktarda ayçiçeği yağı stoku bulunmaktadır. Asılsız iddialara itibar etmeyin. Endişe edilecek bir durum söz konusu değildir..." demesi bile insanların endişesine çare olmaya yetmiyor.
Çünkü, insanlar, tarımsal girdi maliyetinin yüksek olması ve ithal gıdanın daha ucuza satın alınarak ülke pazarında yer alması nedeniyle Türk çiftçisinin yeteri kadar üretim yapamaz duruma geldiğini neredeyse tüm ayrıntısıyla biliyor.
Salgın ve/vay savaş gibi ani gelişen durumlarda ithal gıdaya ulaşmanın zorluğu ister istemez insanlarda, "açlık korkusunu" tetikliyor. Bu korkuya karşılık, yetkililerin, "endişe edilecek bir durum söz konusu değildir..." sözleri etkili olamıyor ve haliyle olmaması gereken manzaraların oluşması engellenemiyor.
Bu durumu değiştirmenin, market faşizminin önüne geçmenin yegane yolu, çiftçinin yeniden toprağına dönmesidir. Yani, tartım milliyetçiliğidir. Bu ise ancak devletin doğru politik araçlar geliştirmesi ve teşvikiyle mümkün olabilir.
Pandemiyle başlayan, ekonomik krizle devam eden ve savaşla derinleşen gıdaya erişimin zorluğu, milli gıdanın nasıl yaşamsal stratejik öneme sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne sermedi mi? Böylesine olağanüstü durumlar ortaya çıktığı zaman, gıdada dışa bağımlı ülkelerde sadece yoksullar değil, zenginler de aynı kaderin kurbanı olmaktan kurtulamazlar.
SON SÖZ:
Türkiye'nin, dünyada kendi kendine yetebilen az sayıdaki ülkelerden birisi olmasıyla haklı bir övünce sahibiz. Fakat hemen her üründe yüksek üretim potansiyeline sahipken özellikle son yıllarda üretim miktarlarında hatırı sayılır oranda düşüşler yaşandığı da ortada. Dünyanın gidişatı da gösteriyor ki; tarım, olmazsa olmazımızdır. Ülke olarak, şapkamızı önümüze koymamız ve yeniden, en azından kendi kendine yetebilmemiz için gereken bütün adımları "ama"sız, "fakat"sız, "lakin"siz atmamız gerekiyor.
Bombaların, hedefi olan kentlerde ne yapacağını bilemeyen milyonlarca insan, çocuklarının canlarını kurtarmak için göç etmek zorunda kalıyorlar.
Başlarının üstünde bir çatı bulabilenler şanslı. Bulamayanların bir kısmı, denizlerde boğularak, bir kısmı da çoraplarını çocuklarının ellerine giydirip, kendi ayaklarına poşet geçirerek yürüdükleri gecede sabaha varamadan göçüp gidiyorlar bu lameden.
Mağdurların, dinleri, dilleri, ırkları, renkleri farklı olsa da, acının ve gözyaşının rengi aynı ne yazık ki. Bundan sebep, çocukların acı çektiği, öldüğü hiçbir savaşın haklı olanı yoktur.
Taraflar, yalnızca kendi hınçlarını haklı gösterecek açıklamalar yapsalar bile; savaşın mutlak kazananı olmuyor. Bırakın tarafları, uzaktan yakından alakası olmayan insanlar da iğneden ipliğe kayıplar yaşıyor.
İşte bakın, pandemiydi, ekonomik krizdi derken zaten alıp başını giden fiyatlar, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla birlikte hayal dahi edilemez sevilere ulaşmadı mı?
Etkisi git gide daha da ağırlaşan ekonomik buhrana nasıl bir çözüm bulunacak belli değil. Birkaç gündür, yağ kuyruklarıyla oluşan market faşizmi bu konuda şafağın karanlık olduğunu gösteriyor.
Tamam, çiçeği burnunda tarım bakanının, "Ayçiçeği yağı gibi temel gıda ürünlerinde yeterli stok bulunmadığı yönünde paylaşılan bilgiler doğru değildir. Gerekli tedbirler alınmıştır. Ülkemizin yeterli miktarda ayçiçeği yağı stoku bulunmaktadır. Asılsız iddialara itibar etmeyin. Endişe edilecek bir durum söz konusu değildir..." demesi bile insanların endişesine çare olmaya yetmiyor.
Çünkü, insanlar, tarımsal girdi maliyetinin yüksek olması ve ithal gıdanın daha ucuza satın alınarak ülke pazarında yer alması nedeniyle Türk çiftçisinin yeteri kadar üretim yapamaz duruma geldiğini neredeyse tüm ayrıntısıyla biliyor.
Salgın ve/vay savaş gibi ani gelişen durumlarda ithal gıdaya ulaşmanın zorluğu ister istemez insanlarda, "açlık korkusunu" tetikliyor. Bu korkuya karşılık, yetkililerin, "endişe edilecek bir durum söz konusu değildir..." sözleri etkili olamıyor ve haliyle olmaması gereken manzaraların oluşması engellenemiyor.
Bu durumu değiştirmenin, market faşizminin önüne geçmenin yegane yolu, çiftçinin yeniden toprağına dönmesidir. Yani, tartım milliyetçiliğidir. Bu ise ancak devletin doğru politik araçlar geliştirmesi ve teşvikiyle mümkün olabilir.
Pandemiyle başlayan, ekonomik krizle devam eden ve savaşla derinleşen gıdaya erişimin zorluğu, milli gıdanın nasıl yaşamsal stratejik öneme sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne sermedi mi? Böylesine olağanüstü durumlar ortaya çıktığı zaman, gıdada dışa bağımlı ülkelerde sadece yoksullar değil, zenginler de aynı kaderin kurbanı olmaktan kurtulamazlar.
SON SÖZ:
Türkiye'nin, dünyada kendi kendine yetebilen az sayıdaki ülkelerden birisi olmasıyla haklı bir övünce sahibiz. Fakat hemen her üründe yüksek üretim potansiyeline sahipken özellikle son yıllarda üretim miktarlarında hatırı sayılır oranda düşüşler yaşandığı da ortada. Dünyanın gidişatı da gösteriyor ki; tarım, olmazsa olmazımızdır. Ülke olarak, şapkamızı önümüze koymamız ve yeniden, en azından kendi kendine yetebilmemiz için gereken bütün adımları "ama"sız, "fakat"sız, "lakin"siz atmamız gerekiyor.
İlginizi Çekebilecek Diğer Haberler

Yorum Yapın
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!