19,1906$% 0.04
20,8128€% -0.7
23,7803£% -0.42
1.220,04%-0,04
2.018,00%0,20
545466฿%1.02017
Yayın: 01.02.2023 19:04 - Güncelleme: 03.02.2023 17:56
Benim de gönülden üyesi olduğum Türkiye Yazarlar Birliği‘nin onursal başkanı Mehmet Doğan, “İyi ki; Metin Önal, Bursa çarşısında kervan eylemiş…” dedi.
Mehmet Doğan‘ın sözüne, Bursa’da, Metin Önal Mengüşoğlu‘nu tanıyan istisnasız herkes en içten “İyi ki” diyecektir. Fakat içlerinde en içlisinin benimki olacağından hiç kuşku duymuyorum.
Çünkü, benim için Metin Önal, bir ağabeydir. Bana, düşünmenin farz olduğunu öğreten, fikrimin sultanıdır. Yaşayan Mehmet Akif’tir. Medeniyetin yaşayan çınarıdır…
Kervan eylediği Bursa çarşısındaki dükkanına ilk seferim lise yıllarıma denk gelir. Yani, bir tarafta okuma yazmayı ortaokulda öğrenmiş mahcup bir delikanlı, öbür tarafta ise okumaya hevesli ve düşünce duraklarında savrulan başı dumanlı bir asabı bozukken tanışma şerefine nail oldum.
Ama ne tanışma!
Şairdim ben. Hem de öyle böyle değil. Çelebi Mehmet Lisesi‘nde şiirlerim kapışılırdı. Türkçe öğretmenim Cevdet İrketi‘nin gözdesiydim. Yani, olmuştum ben. Ortak bir dost, beni, çok iyi bir şairle tanıştıracağını söyleyip Metin ağabeye götürdü. Giderken, fevkalade olduğunu sandığım şiirlerimi gören “Çok iyi şair”den ne iltifatlar işiteceğimi düşünüyordum.
Cumhuriyet Caddesi’nde, iplik satan bir dükkana girdik. Bana, “Çok iyi şair” diye methedilmiş Metin ağabeyin yüzüne vurmuş yüreği karşıladı bizi. Ihlamur ikram etti. Arada bir gelen müşterilerin arasında kısa ama hayatımın geri kalan kısmını kökünden sarsacak sohbetten sonra şiir dosyamı uzattım. Bana, okuyacağını ve bir hafta sonra gelmemi söyledi.
Hayatımın belki de en uzun bir haftasıydı diyebilirim. Nihayet süre dolu ve ben yeniden iplik dükkanının yolunu tuttum. Tek tek okumuş şiirlerimi, “de”leri, “da”ları ayırmış. Altını çizmiş, üstünü karalamış, nadiren de olsa yandan ok çıkarıp, “Şiir var” yazmış. Yine, tek tek anlattı bana. İkinci buluşma benim için hızlandırılmış Türkçe dersi gibiydi. Finalde ise yıkıldım. Kararlı ve güven veren ses tonuyla, “Yazar olmak istiyor musun?” diye sordu. “Evet”i çekinerek söyleyebildim. Bunun üzerine, benim o güzelim şiirlerimi yırtıp çöpe attı ve yenilerini yazıp getirmemi söyledi. Ne var ki; iki makara satışı arasında bana okumanın yazmaktan daha önemli olduğunu öğretti.
Metin ağabeyin şiirlerini en az Metin ağabey kadar güzel okuyan, kadife eldiven içinden çıkmış demir yumruk gibi duran ve benim hayatımda, yüreğimde müstesna bir yeri olan Mehmet Peker ağabey, yazılarımı okuyunca zaman zaman bana, “Mustafa, iyi ki, Metin ağabey senin şiirlerini yırtmış” diye takılır. Evet, iyi ki; yırtmış. İyi ki; Bursa çarşısında kervan eylemiş. Ve ben ne şanslıyım ki; Metin ağabeyi tanımış, fikir sohbetlerine katılmışım.
Buna dair o kadar çok “İyi ki”lerim var ki; saymakla bitmez. En son Yıldırım Belediyesi tarafından Metin ağabey için düzenlenen “Vefa” ve “Bursa Çarşısında Kervan Eyledim” isimli kitabının tanıtım programından sonra yine Mehmet ağabey ile konuşurken, Metin ağabeyi tanımış, onun sohbetinde bulunmuş olmaktan mütevellit ne şanslı insanlar olduğumuzu söyledik birbirimize. O, kadife eldiven içinden çıkmış demir yumruk gibi duran Mehmet ağabey ki; “Vefa Gecesi”nde hıçkırarak ağladığını gördüm.
Evet, Yıldırım’da sessiz ama derinden, ama muhteşem işler yapan belediye başkanı Oktay Yılmaz, “İyi ki; Bursa çarşısında kervan eylemiş” dediğimiz Metin ağabey için önceki akşam bir “Vefa Gecesi” düzenledi. Nabi Avcı’dan, Mehmet Doğan‘a, Cahit Koytak’tan Nedim Mescioğlu‘na kadar birçok dostu katıldı geceye. Belediyenin titizlikle hazırladığı Metin ağabey belgeselini izledik. Sevindik, hüzünlendik. Yine, Metin ağabeyin, “Bütün sözlerin başı ve sonu ona hamd ile başlamalı, ona hamd ile bitmelidir…” dediği gibi, hamd ettik.
Metin ağabey, vefalıdır. Vefalıya vefa yaraştı. Ben de vefaya vefa yaraşır diyerek vefasıyla gönülleri fetheden Başkan Oktay Yılmaz‘a çok teşekkür ediyorum. Oktay başkan, şehirleri imar etmenin sadece yollar, köprüler, binalar yapmak olmadığını, gönüller yapmak gerektiğini, gönlümüze sinen bu programla göstermiş oldu. Var olasın Oktay başkan.
Metin ağabey vefalıdır derken, mısralara döktüğü birkaç vefasından da söz etmek isterim.
Metin ağabeyin, Ercüment Özkan için yazdığı, “Uzun Saçlı Karayağız Adam” şiirinden bir bölüm.
“Uzun saçlı karayağız adam
Yaz istirahatlerinin en yorgun
Deniz dinlencelerinin soluyan ağabeyi
Geçen zamanı tokatlayan prens
Mekânların mimarı
Kelimelerin usanmaz tamircisi
Çimenlerin ortasında
Mührünü yitiren şehzade
Hayatın dört esasına yeni adlar takandın”
Metin ağabeyin, Sait Çekmegil için yazdığı, “Bilge Terzi” şiirinden bir bölüm.
“Bilge terzi sen gittin gölge düştü güneye
Hayatın neşesine akrep zehiri aktı
Gizli bir el dokundu o sihirli düğmeye
Sanki rehber kervanı yarı yolda bıraktı”
Metin ağabeyin, Bahattin Karakoç için yazdığı, “Uç Beyinden Sürgün Vezire” şiirinden bir bölüm.
“Taşlarla ördüğü yer ocağında
Çay demlemek üzre ateş yakıyor
Aşk neşideleri var dudağında
Ateşin cinleri fala bakıyor”
Metin ağabeyin, Necip Fazıl için yazdığı, “Necip Fazıl” şiirinden bir bölüm.
Kurtlar, benim gölgemde barındı yıllar boyu
Ben Necip Fazıl’ım ben, kendimin kimsesiyim,
Hatiplerin en mümtaz, şairlerin son soyu
Çığlıkların muhteva giydirilmiş sesiyim.
Metin ağabeyden, Yaşar Kaplan için yazdığı, “Ağaçkakan” şiirinden bir bölüm.
“Kalbimin kabuğuna vurmalısın darbeni ey kuş
Ben hayatın güzel boynunu okşuyorken
Dostlarım mahpuslarda unutulmuş”
SON SÖZ:
Metin ağabeyin, “Bütün kalbimle bütün bu övgüleri tevhide irca ediyorum. Mücadele ve kavgama irca ediyorum. Bu hüsnü şahadetler elbette son derece kıymetli. Bir arzum daha var. Sizden önce defnedilirsem o musalla taşındaki tabutumun önünde de böyle bir hüsnü şahadette bulunun…” diyerek bitirdiği konuşmasını aynen paylaşıyorum.
“Şiirin Delikanlısı” Metin Önal Mengüşoğlu’nun “Vefa Gecesi” konuşması:
“Sözlerin ahiri derler ama bence başı da ‘Elhamdülillahi Rabbil Alemin’ olmalıdır. Rabbim bu yaşıma kadar nefes vermiş, hayat bahşetmiş,sağlık bahşetmiş, zihin ve kalp berraklığı ihsan etmiş; ona nasıl şükretmeyeyim, nasıl sonsuz hamd etmeyeyim. Dolayısıyla bütün sözlerin başı ve sonu ona hamd ile başlamalı, ona hamd ile bitmelidir. O bakımdan kendim olmaktan memnunum. Çünkü beni kendim yapan o idi. Nerede doğdum, kimin evladı oldum, hangi şehirliyim, hangi kavme mensubum, ben seçmedim, o seçti. Onun için ondan memnunum ve memnuniyetin, imanın yapı taşlarından biri olduğunu düşünüyorum. Bu anlamdaki bir memnuniyetten söz ediyorum.
Memnunum anamdan ve babamdan, onlara rahmet ediyorum. Vesile olmuşlar dünyaya gelmişim. Onlara da rahmet okuyorum. Memnunum, bunca yaşıma kadar hep okudum yazdım ama çilemi eşim çekti, çocuklarım çekti. Onlara da teşekkür ediyorum, onlardan da memnunum.
Ve tabii, bu, birazcık da beni mahcup eden geceyi, günü düzenleyen sevgili Oktay Yılmaz başkanıma, yardımcısı Taner Taştekin’e, emek veren Nuh kardeşime, başka emek verenlere de teşekkür ediyorum.
Yazarlık hayali çok erken yaşlarda, kendiliğinden rüyalarıma değil, hülyalarıma, hayallerime niye girdi? Evet, başlangıçtaki o türküyü dinledik, Harput türküleri kulağıma çok erken yaşlarda değdi ve o türküler, ‘Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yarım’ derken birden bire kalbime dokunuyordu.
Anneannem Kur’an okurdu, kırık Harput hançeresiyle, o Kur’an sesi de öteki kulağıma dokundu. Müslüman, muhafazakar bir aile çocuğu olduğumuz için Müslüman’ca başladık hayata. Fakat bir süre sonra çok ciddi anlamda hayatımın hemen hemen en önemli, en değerli zevki yazmak değil, okumak oldu. Ve okumak beni, o işte ‘Kardeşime mektup’ diye meşhur olmuş şiirimde söylendiği gibi alanlara itiyordu sürekli. Önce kitaba yönlendiriyordu, kitabı okuyordum, kitap da beni alanlara yönlendiriyordu.
Ömrüm boyunca, şiirlerimde, öykülerimde, romanımda ve denemelerimde hassasiyet gösterdiğim en önemli husus ‘Hanif’ dedi ya Cahit Koytak kardeşim, oradan başlamıştık. Tevhit ve şirk mücadelesinde tevhidin yanında yer almak idi. Şirke dair çok ciddi bir hassasiyet geliştirip toplumumu, halkımı şirke dair uyarmak istikametinde oluştu. ‘Cila Kül ve Kefen’ şiirimi hem anlatırım, Kadıköy’de oturuyorum, Karaköy’e gemiyle geçiyorum, Galata Köprüsü’nü yürüyerek gidiyorum, tam karşımda Yeni Camii. Adı Yeni Cami. Orada öğlen veya ikinci namazını kılıyorum. Yanımda birisi daha namaz kılıyor. Kasketini ters çevirmiş bir Müslüman. Sonra namazlarımız bitince musafaha ediyoruz. O kasketini düz çeviriyor ki; ‘Milli Piyango’ yazıyor. Çıkıyorum Yeni Camii’den, vakıflarım meşrutasında, Türkiye’de en çok Milli Piyango bileti satılan Nimet Abla gişesi var. Bunlar bana dokunuyordu, ‘Cilakül ve Kefen’ şiirimi böyle yazdım.
Ömrüm boyunca bütün hassasiyetim bu oldu. Bunu korumaya çalıştım. O sebeple, evet, kimi mahcubiyetler, kimi sıkıntılar yaşıyorsunuz, yüzünüze karşı sizi öven insanları işittiğinizde; bütün kalbimle, bütün bu övgüleri Allah’ın izniyle tevhide irca ediyorum, mücadeleme ve kavgama irca ediyorum. Benim sahih olan tevhit bilincine irca ediyorum, dönüştürüyorum. Beşer olarak birçok günahımız var. Bu hüsnü şahadetler elbette son derece kıymetli. Şimdi bir arzum daha var. Sizden önce defnedilirsem o musalla taşındaki tabutumun önünde de böyle bir hüsnü şahadette de bulunun diyorum, sizi Allah’a emanet ediyor, sonsuz teşekkür ediyorum.”
Uludağ’da kar bereketi